ARABACILAR KAHYASI İSMAİL AĞA (GÜL) (d:?- v: 26.5.1938) kaddesellâhü sırrahu’l âlî

ARABACILAR KAHYASI İSMAİL AĞA (GÜL) (d:?- v: 26.5.1938) kaddesellâhü sırrahu’l âlî

Arabacılar Kahyası İsmail Ağa kaddesellâhü sırrahu’l âlînin doğum tarihi hakkında şu an için elimizde kesin bir bilgi yoktur. Doğum yeri olarak Ayaş’lı olduğuna dair ibarelere rastlanılmaktadır.

**

Arabacılar Kâhyası İsmail Ağa ile ilgili bilgilere Mahir İz’in anılarında rastlıyoruz. Ankara Solfasol Köyü kabristanında kabri bulunan İsmail Ağa, Cumhuriyetin ilanı yıllarında Ankara’da gönül erbabı arasında önemli bir yere sahiptir. Mahir İz “İz Bırakanlar” isimli eserinde İsmail Ağa hakkında şunları yazar:

“Ankara’dan şahsen tanıdığım Arabacılar Kâhyası İsmail Ağa, işte mezkûr Şeyh Nurü’l-Arab’dan inâbe etmiş olan Ankara Solfasol Köyü mezarlığında bulunan Melâmi şeyhi Hacı İsmail Efendi’nin kabri

Hukuk Mahkemesi âzası Vehbi Efendi’den el almıştı. Yıllarca evvel Umumî Harp içinde bir gün berber Selânikli Kâzım Nâmi’nin dükkânında traş oluyordum. Bu İsmail Ağa da köşede oturmuş çubuk içiyordu. Berbere anlattığı bir vak’a veya hikâye dolayısıyle bir Ayet-i Kerîm’e okudu. Fakat verdiği mâna birdenbire nazarı dikkatimi celbetti, çünkü ancak okumuş yazmış bir hoca efendi bu kadar güzel tefsîr edebilirdi. Hemen berberin elini tutup arkama dönerek baktım. İsmail Ağa

“Ne o Efendi! Yakıştıramadın mı?” dedi. Ben mahcup oldum.

Berber işini bitirdikten sonra gidip yanına oturdum; yukarıda verdiğim izahatı kendinden öğrendim. Bu zâtın Melâmîliği amel bakımından Ehl-i Sünnet yolundaydı; ezan okunur okunmaz camiye cemaate koşardı. Kıyafet tam o zamanki esnaf kıyafeti idi. Yalnız hoca efendilere veya meşâyihe benzeyen uzunca bir sakalı vardı. Daha sonraları bütün Anadolu’da büyük bir şöhret kazandı.

Ben İstanbul’a döndükten sonra, bir gün Maraşlı Tâhir Efendi merhumun müritlerinden ve Türkçe muallimlerinden Sivaslı Âli Bey’e rastladım. Şuradan buradan konuştuktan sonra

“Bize gidip bir kahve içelim” dedi. Gittik. Ankara’da yapılan bir dil kongresine iştirak etmesi için hemşehrisi olan Maârif Vekili Reşad Şemseddin Bey’e bir mektupla müracaat ettiğini ve bu suretle Ankara’ya gittiğini söyledikten sonra

“Maksadım dil kongresi değil, İsmail Efendi hazretlerini ziyaretti” deyince ben şaşırdım.

“İsmail Efendi kütüphaneden dışarı çıkmaz, Ankara’ya nasıl gitti?” deyince; bana

“Sizin dediğiniz Kütüphane Müdirî İsmail Sâib Efendi değil; bu bütün Anadolu’nun tanıdığı İsmail Efendi hazretleridir” diye karşılık verdi. Bu söz, bende bir tedâî yaptı;

“Bu zât sakın Arabacılar Kâhyası İsmail Ağa olmasın?” dedim.

“Tamam, işte o zâttır, kerameti zahirdir” dedi. İsmini anarken bile derlenip toplandı.

Zannediyorum 1952-53 ders yılı içinde idi. Haydarpaşa Lisesi’ne tanıdıkları ziyaret için gelen Maarif Vekâleti Teftiş Kısım Şefliğinden emekli Ankaralı Mehmed Galib Karabatur Bey’e -ki herkesin sevgisini kazanmış hayırhah bir zat idi- İsmail Ağa’yı sordum; “Vefat etti” dedi ve kerametine dâir şöyle bir hâdise anlattı:

“Bir gün kahvede iki kişi oturuyormuş. Merhum İsmail Ağa da yanlarındaki masada nargile içiyormuş. O zâtlardan birine:

“Ne düşünüp duruyorsun? Bu dünyada öyle yanlışlıklar olur ki, onu düzeltmeye kimsenin gücü yetmez.” ve diğerine de:

“Herkesin verdiği söze aldanmamak, takdir yerini bulur.” demiş. Sonradan bu iki zât naklediyor: İlki, Ziraat Vekâleti memurlarından olup, isim yanlışlığı ile emekliye sevkedilmiş ve bu emr-ı vâkii düzeltemediği için üzüntü içinde imiş. Adı Hasan olan bu zât, asıl emekli yapmak istedikleri başka bir Hasan Bey yerine kurban olmuş. İkinci zât ise yukarıda adı geçen Çorum Mebusu Abdurrahman Dursun Bey imiş; kendisi partisi tarafından ihmal edilmiş, yine bir meb’usluk ona vaad edildiği hâlde, iki seçimde de hatırı sorulmamış; üzüntüsü ondan neş’et ediyormuş.

Mehmed Galip Bey, İsmail Ağa’nın birçok hususî hâlleri olduğunu da söyledi. Melâmîlerde bir husus nazarı dikkatimi celbeder. Bunların zikri sohbettir. Bu zevattan bazılarıyla görüştüm; herkesten başka türlü düşünüyor ve beyanları da başka türlü oluyor. Meselâ Harbiye Nezareti Kalemi emeklilerinden merhum Fehmi Bey’le tanıştım.”

 

Ankara-Altındağ Solfasol Köyü mezarlığında bulunan

kabri üzerindeki kitâbede şu ibare yazılıdır:

“Kutbül arifin ve gavs’ül-vasılin
kibarı muhakkıkini melamiyeden arifi billah
Ankaraevi Hacı İsmail Gül Efendi
hazretlerinin ruhu saadetlerine
Fatiha.

Hakka vuslatı: 26.5.1938”

 

Kaynak:

1-Mahir İz, Yılların İzi, Kitabevi, Nisan 2000,İstanbul, sh:36

2-Ankara Tarihi Ve Kültürü -Manevi Mimarlarıyla Ankara, Yazar: Abdülkerim Erdoğan, Fotoğraflar, Abdülkerim Erdoğan Arşivi, Ankara Büyükşehir Belediyesi 2007 -Sh:147-148

TASAVVUFİ CEPHESİ

Ankara’lı Arabacılar kahyası İsmail Ağa Gül, Halîfe-i Pîr Manastırlı Hacı Vehbi Efendi Kaddesellâhü sırrahu’l âlî Hazretlerinden mucâzdır. [icazetlidir]

[Bazı yerlerde Hacı Maksut Efendi( BİLGİNER) Efendiden olduğu bilgisi sehven yazılmıştır.]..

Manastırlı Hacı Vehbi Efendi Hazretleri

İstanbul Beyoğlu Ağa Camii imamı (Bir müddet Beyoğlu Kamer Hâtun Camiin’de de imâm) olan, Manastırlı Hacı Vehbi Efendi Hazretleri, sabah namazından sonra Fusûsu’l Hikem şerhini ders olarak yaparlarmış.

Sultân II.Abdülhamîd Hân zamânında ihvan-ı kirâmın günden güne bereketlenmesi / çoğalmasından dolayısıyla, büyük bir ihtimalle jurnallerin ve herzevekillerin dedikoduları nedeniyle tedbir olarak bir ara Trablus’a gönderilmiştir. Daha sonra İstanbul’a dönüş yapsalarda, tekraren ikinci bir defa Ankara’ya nefyedilerek/ ikamete memur edilmiştir.

[Gazi Mustafa Kemalin Traplusgarp’ta görevli iken kendileri görüştükleri ihtimali vardır. Hzl. Kaynak bulunursa işaret olunacaktır.]

[Seyyid Muhammed Nûr kaddesellâhü sırrahu’l âlî’nin damadı Abdurrahîm Fedâî Hazretleri’nin kendisini çok sevdiği, dolayısıyla manzûm olarak kaleme aldığı nutk u şerîfine “Risâle-i Vebiyye” ismi verdiği rivayeti vardır.]

Bu arada, Ankara’da kendisine sadıkâne hizmet eden ve bağlanan (Arabacı İsmâil) lâkâbı ile tanınan Ayaşlı İsmâil Gül Efendi Hazretlerine, Merâtib-i Fenâ’ ya kadar irşâd etme vazifesini vermiştir.

İsmâil Ağa Efendi Hazretleri’nin oğlu, kimyâ mühendisi Albay M. Vehbi GÜLOĞLU’dur. İsmâil Ağa, oğluna efendisinin adını vermiştir.

M.Vehbi GÜLOĞLU, babasının ihvânından Eskişehir merkez vâizi Ali Rıza DOKSANYEDİ Hazretleri’nin, Arapçadan tercüme ettiği; Kemâleddin Abdürrezzâk-ül Kâşâniyyüs Semarkandî Hazretleri’nin “Te’vîlât-ı Kâşâniyye” nâm eserini neşretmiştir.

[M.Vehbi GÜLOĞLU’nun oğlunun adı da, İsmâil Şuayip GÜLOĞLU’dur ve matematik profesörüdür.]

 

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İLE OLAN İLİŞKİSİ

Arabacı İsmail Ağa Hazretlerinin dostlarından Bandırma’lı Tatlıcı Ali Öztaylan Efendi Hazretleri’nin  zât-ı ekremleri hakkındaki hatıralarından bir demet:

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir gün ; yanında kumandanlarından birisi ile yolda giderlerken , Ankara’da Ulus’ta bir kahvenin önünde nargile içmekte olan Arabacı İsmail Ağa hazretlerini görürler ve kendisine asker selamı verirler

Kumandanın dikkatini çeker ve sorar ;

Paşam neden bu sakallı ihtiyara asker selamı verdiniz ?

( Kumandan Gazi’nin tekke ve zaviyeleri kapattığını ayrıca hocaların bazı kötü zihniyette olanlarını astırdığını bildiğinden dolayı bu olayı şaşkınlık içerisinde izler )

Soru üzerine Atatürk ; bizim yapamadığımız inkılapları bu zat yapıyor şeklinde cevap verir

 

Ve yollarına devam ederler

************

Arabacı İsmail Efendi Hazretlerine bir gün çevresindekiler ; Çıkarcı devletlerin ajanlarının Gazi Mustafa Kemal’i öldürmek isteyebileceklerini söylemeleri üzerine ;

“Gazi benim tasarrufum altındadır , benim suretimdir ; ona kimse dokunamaz” demiştir

******

Bu meyanda şu anektodu aktaralım.

“… Gazi Mustafa Kemal bir gün yakın arkadaşlarına gülümseyerek şunları söylüyordu:

`Tekke ve zaviyeleri kapattık, peki tek başına tekke olanları ne yapacağız?`

Gazi Mustafa Kemal tasavvuf ehli olanları kastediyordu. Zengin bir tasavvuf kültürüne sahip olan Atatürk`ün tasavvufun engin derinliklerine daldığı, sohbetler ettiği tasavvuf çevrelerince çok iyi bilinir. Zaten `Nutuk` bütünüyle incelendiğinde tasavvufun izlerini görmek mümkün olur. Ben Arabacı İsmail Efendi`nin oğlu ile tanıştım. Orduda subaydı, emekli oldu. Tasavvufçuların dünyasında Atatürk nasıl görülür sana aktarayım.

Atatürk`te insanı kainatın objesi sayan bir düşünce zenginliği mevcuttur. “ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ`DİR” cümlesinde mana derinliklerinde dolaşanlar, bazı sırların mevcut olduğunu kabul ederler.

Mana aleminde Akdeniz `Safiyet denizi`, `Hak denizi` olarak kabul edilir. Safiyet denizinde insanlık  mertebesine ulaşmanın yolu kendi mevcut varlığının bu denizde yok etmekle mümkündür. Atatürk de mana boyutunda kendi benliğini Türk milletinin varlığında yok ederek `Akdeniz`e ulaşmıştır. `Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir` sözü ancak madde ve mananın hakikate vasıl olmuş bir büyük insanın ağzından çıkabilir.

Kendini bilmek ariflerin işidir. Atatürk, Türk milletinin varlığında kendini yok etmiş, Türk milleti de Atatürk`ün şahsında var olmuştur. Burada Atatürk`ün mana boyutunda Türk milletine duyduğu derin aşkın kendinden milletine yansıyan ışığıdır. Kısacası Türk milleti Atatürk`ün sevgilisidir. Atatürk bu milletin aşığıdır. Seven ve sevilen Atatürk`ün maneviyatında `bir` olmuştur. Atatürk Allah`ın son yüzyıllarda dünyaya gönderdiği büyük bir liderdir.” (Özel Yıldızlar-Ortadoğu yayınları,2004- Mehmet Müftüoğlu- Sayfa:98-99)

Dost’umuzdan hatıralar- Nur Cihan

Not: Bilgiler buldukça ilave edilecektir.


Categories:

Tags: